banner26

84 kişi kurşuna dizilmişti. Katliamdan bir tek o kurtulmuştu...

Güncel 15.08.2022, 15:26
1163
84 kişi kurşuna dizilmişti. Katliamdan bir tek o kurtulmuştu...
banner32

15 Ağustos 1974’te Taşkent (Dohni) katliamından sağ kurtulan Suat Kafadar, katliam gününü ve ardından yaşananları anlatmıştı

3 yıldır, her 14 Ağustos’da, başında arka tarafında, kafatasından tam sıyrılarak geçen, altıncı kurşunun geçtiği yerde bir kaşıntıyla uyanır. Bugün 67 yaşında olan Suat Kafadar, Tohni’de Kıbrıslı Rumlar tarafından soğukkanlılıkla infaz edilen 84 kişiden kurtularak hayatta kalan tek Kıbrıslı Türk’tür. Buna rağmen, hiçbir Kıbrıslı Rum’a karşı kin gütmüyor “ama bu nefreti yapanlara karşı öfkem hiçbir zaman dinmeyecek” diyor.
Kendisi, 50 yaşındaki babası Hüseyin, 17 yaşındaki kardeşi Şeref, amcası Ahmet ve onun oğlu Aydın, toplam 45 kişi, iki otobüsten birinde yolcuydular. Katliamın, Palodia köyü yakınlarında bir yerde yapıldığını sonradan anlamış.
Saklanmak için güvenilir bir yer bulana kadar sekiz gün hiçbir şey yememiş. Kendisi beş kurşun yemişti. Kendisinin de içinde bulunduğu otobüsün yolcularına ne olduğunu ilk önce Mutayaka Kıbrıs Türk muhtarı, 10 gün sonra da Limasol’da K/T lideri Rızkı Ziya Episkopi İngiliz üslerinden öğrenmiş. Suat da daha sonra oraya götürülmüştü.
ONLARI ÖNCE TOHNİ İLKOKULUNA TOPLADILAR
Yaşadıklarına anlatan Suat Kafadar, 15 Temmuz 1974’te, Başpiskopos Makarios’a karşı darbe yapıldığında, kendisi ve ailesi Tohni’de bulunuyordu. “Tohnili köylülerimizle ilişkilerimiz iyiydi. Makarios’un düşmesinden sonra, komşu köylerden ΕΟΚΑ Β` üyeleri köyümüze gelmeye başladı. Tabi bizim köyden de ΕΟΚΑ Β` üyesi olanlar vardı. 20 Temmuz’da, Türk ordusu Kıbrıs’a çıkarma yaptığında, biz köydeydik. Silahımız ya da başka türlü mühimmatımız yoktu, sadece av tüfeklerimiz, belki bazı küçük silahlar vardı. 20 Temmuz’dan 15 Ağustos’a kadar ateş kes vardı”.
O zaman komşu köyden Kıbrıslı Rumlar Tohni’ye gittiler ve Kıbrıslı Türklerden ellerindeki her türlü silahı iade etmelerini istediler ve onlar da bunu yaptı. Bu arada, K/T askerler, hastabakıcılar, öğretmenler gibi belli kişileri toplayarak, Kalavasso polis istasyonuna götürerek, K/T silahları nerede sakladıklarını söylemeleri için onları döverek eziyet ediyorlardı.
Komşu köylerden ve Tohni’den Kıbrıslı Rumların ve ΕΟΚΑ Β` üyelerinin, 13 Ağustosda 13 yaştan büyük erkekleri köydeki Kıbrıs Rum ilkokuluna topladıklarını açıklayan Suat, şimdi ölen iki köylüsünün adını ... ve ... hatırladı (sadece ilk isimlerine değindi) ve onların da okulda olduklarını söyledi.
“Bizi bir odaya oturttular, dışarda, sakallı, uzun saçlı, ellerinden silahlarla ΕΟΚΑ Β` adamları vardı. Ertesi günü öğlene kadar orada kaldık. O akşam BM köye geldiler. Bu adamlar, köye gelen ve kaçan BM bizi görmemesi için, bize oturup, rahat durmamızı söylediler. Daha sonra Yunanlı bir subay geldi ve hepimiz ayağa kalktık. Adam bize: “korkmayın, Bugün siz bizim esirimizsiniz, yarın biz esir olabiliriz” dedi ve oradan kaçtı. Köyümüzde ve köyümüzün etrafındaki köylerde, ΕΟΚΑ B’ sorumlusu ... (ilk adını söyledi) idi».
Ertesi gün, 14 Ağustos’da, üzerinde KARS yazan, sahibi Kıbrıslı Türk olan bir otobüs, okulun dışına gitti. Bir Kıbrıslı Rum, onlara, sıraya girerek otobüse binmelerini söyledi. Suat anılarını anlatmaya şöyle devam etti: “Otobüsü doldurduk. Otobüse dört silahlı adam da girdi. Birisi şoförün arkasına oturarak silahı bize çevirdi. Bize. Bizi Limasol’a, bir askeri kampa götürdüklerini söylediler”.
Yermosayia barikatında, K/r polisler onları durdurdu. Otobüsteki adamlardan bir tanesi aşağı indi. K/R polisler ona “bunlar kim” diye sorunca, alaycı bir şekilde, “turistler” diye cevap verdi. Barikatları açtılar, geçtik. Bunun bir parola olup olmadığını bilmiyorum. Sanki bu önceden planlanmış gibiydi. Lanitio Lisesinin yanındaki yoldan geçtik ve sağa döndük. Biraz sonra Ayia Fila’ya gittiğimizi anladım. Oradan da geçerek dağ yoluna çıktık. İsimlerini bilmediğim başka köylerden de geçtik”.
Belli bir noktada, asfalt yoldan çıkarak toprak bir yola girdiler. 100 metre geçmeden otobüs durdu. Yolcuları indirerek, 100 metre kadar yol yürüttüler. “Yüksekte bir yerdeydik. Doğal duvarla çevrili bir cadde gibiydi. Oradan, çok uzak bir mesafeye kadar çadırlar görünüyordu”.
İNFAZ
“Korkmamamızı, yere oturmamızı söylediler, `bir sigara yakın, yiyecek bir şeyiniz varsa, yiyin` dediler. Onlar, otobüs şoförüyle birlikte önümüzde duruyorlardı. Onun da elinde silah vardı ama onların silahlarından daha faklıydı”. Biraz sonra, onları esir kampları olan bu çadırlara götüreceklerini söylediler. Devamla, gösterdikleri yere, kimliklerini, pasaportlarını ve daha başka belgelerini bırakmalarını söylediler.
“Bu dört kişiden birisi, çadır için battaniye ve gerekli şeyleri getirmeye gideceğini söyledi. Duvardan atladı ve çok geçmeden havada bir kurşun sesi duyuldu. Kurşun sesi duyulur duyulmaz, ellerinde silahlarla geride kalanlar, bizi toplamaya başladılar. 10 dakika boyunca ateş ettiler, silahları boşaltıp, dolduruyorlardı. Kimin ateş ettiğini göremedim. Bizi yarım ay şeklinde oturtarak ateş ettiler. Yüzlerini göremedim. 45 kişiydik. İlk önce neye bakacaktın? Kurşunlara mı, oraya, buraya düşen cesetleri mi? Birisinin kurşun istediğini duydum. Sonra silahlar sustu…”.

Kafadar, 5 yerinden vuruldu, 6’ncı kurşun kafasını sıyırdı. Arkadaşı başından vuruldu, kafası açıldı, beyni Suat Kafadar’ın yüzüne döküldü. Kafadar, arkadaşının kanı ile kamufle oldu. EOKA’cılar kaçana kadar nefes bile almadı, ölü taklidi yaptı. EOKA’cı Rumların kaçtığını fark edince Suat Kafadar kalktı.

Suat Kafadar kendisinin de yaralandığını ve çok soğuk hissettiğini söyledi. Yüzden sıcak bir şey akıyordu ama kendini tutarak nefes almadı. Üzerine düşen, kafasından akan kandı. “Birisi, hareket eden varsa kafasından vurun, dedi. “Öylece kaldım. Nefesimi tutuyordum. Kurşun sesleri dudum. Muhtemelen birilerine ateş etmişlerdi. Başka birisi, “ölülerin ellerinden saatlerini toplayalım” dedi, diğeri ise, “bırak, kimse görmeden gidelim diye cevap verdi. Bu da, belki de bunu yapmaları konusunda onlara talimat verilmediğini gösterir. Birisi, “gidelim bir kazıcı getirelim ve onları gömelim” dedi.
Bir an ağzına kan giren Suat inlemeye başladı. Diğer Kıbrıslı Türk, ölmeyen ve yanında bulunan Niyazi Çavuş, Kıbrıslı Rumların gittiğini söyledi. Kendisi de dönüp baktı ve gerçekten gittiklerini gördü. Niyazi’nin Kayıpları Araştırma Komitesinin kazılarında bulunmadığını söyledi. Yeğeni, üstünden geçerek kaçtı ve kendisine de aynısını yapmayı söyledi. “Nereye gideyim?” Niyazi’ye baktım, göğüs delik doluydu. Nereye gideyim? Çadırları görüyordum Her tarafta Kıbrıslı Rumlar olmalıydı. Ben başka yöne doğru çektim”.
Suat Kafadar, ilk gece katliamın olduğu bölgede bir ağaç altında kaldı. “Karıncalar üstüme, yaralarıma çıkıyordu. Bütün gece kaşınıyordum”. Ertesi gün de aç susuz, aynı ağacın altında kaldı. “Ağustos ayında yiyecek nerden bulabilirdim? Ne yiyecektim?”.
İkinci gece yürümeye karar verdi. Uzaktan, yüksek bir kula üzerinde yanıp sönen kırmızı bir ışık gördü. Moni elektrik santrali merkezi olduğunu anladı çünkü inşaatında çalışmıştı. Olayın sekizinci gününde, okaliptüs ağaçları olan bir köye vardı ve burasının Mutayaka olduğunu anladı.
Kıbrıslı Türk muhtarın oğlunu, Meşim’i tanıyordu. Onu evlerine götürdü, yaralarını sardı, onu banyo yaptı, yemek yedirdi ve bir gece orada uyudu. Ertesi gün, Moni kulesinden düşen ve feci bir şekilde belini inciten bir Kıbrıslı Türke bakmak için Mutayaka’ya giden Kızıl Haç ambulansı ile onu köyden kaçırdılar. Söylediğine göre, bunu, TMT üyesi de olan Mutayaka muhtarı K/t doktorlarla birlikte ayarlamıştı.
Suat, Limasol’da, ambulansla iki K/R barikatından geçtiklerini ve daha sonra da, Limasol ve Baf kazasından Kıbrıslı Türklerin toplandığı Episkopi üslerine yönlendiklerini açıkladı. Orada, Limasollu K/T şefi Ziya Riski’yi bularak olayları anlatacaktı.
Ziya’nın güvenlik adamları, oraya battaniye istemek için gittiğini düşünerek, onunla konuşmasına izin vermediler. Suat Kafadar, sinirlenerek, oradan kaçmaya karar verdi. Uzun bir yürüyüşten sonra, babasının, Limasollu zengin çiftlik sahibi bir arkadaşına rastladı. “Ne yapıyorsun oğlum Suat? İyi, Turan amca. Baban, kardeşlerin? İyi amca. Başka ne var? İyilik, her şey yolunda”.
O zaman Suat, olanları en nihayet birisine anlatması gerektiğini düşündü, artık 10. gündü. “Turan amca, bir katliam oldu. Babam ve kardeşim de şehit oldu”. Turan onu elinden tutarak yine Riski’ye gittiler. Onlanları anlatınca, başında ona inanmadılar. Devamla, mevcut iletişim sistemiyle Lefkoşa ve başka bölgelerdeki Kıbrıslı Türkleri bilgilendirdiler ve böylece katliam öğrenilmiş oldu.
Ziya olay yerine ona göstermesini isteyince, korkarak bunu yapmak istemedi. Kendisini güvende hissetmiyordu, ama olayı, olay yerine giden BM’e anlattı.
AİLESİYLE YENİDEN BULUŞUYOR
Tohni’de kalan annesi ve iki kız kardeşi ve Tohnili tüm Kıbrıslı Türkler, ve haberin yayınlanmasıyla hemen oradan kaldırılarak Vouno’ya götürüldüler. Kendisi 4,5 ay Episkopi üslerinde kaldı. Helikopterle oradan Dikelye üslerine götürüldü ve oradan da ΤΜΤ üyeleri eşliğinde, 3-4 K/T barikatından geçerek Vouno köyüne gitti ve ailesiyle buluştu.
Vouno köyüne vardığında, tüm köylüleri, özellikle kadın ve çocuklar, yanına koşarak yakınlarını görüp görmediklerini sordular. “Aklımda beş kişi kalmıştı. Babam, kardeşim, yeğenim ve yanımda ölü olan iki kişi”.
Vouno köyüne götürüldüğünde ve ailesiyle yeniden buluştuğunda neler düşündüğüyle ilgili bir soruya Suat, bir rahatlama ama aynı anda bir güvensizlik duyduğunu söyledi. “Babam yoktu, kardeşim yoktu, tek başına küçük bir oğlandım”. Köye “dullar köyü” adını takmışları.

“HERKESTEN ÖNCE BEN ÇÖZÜM İSTİYORUM”
Kapıların açılmasından sonra Tohni’yi ziyaret edip etmediği sorusuna Suat Kafadar, bir defa eşi ve bazı dostlarıyla birlikte gitti yanıtı verdi. “Hatta, kapıların açıldığı yıl, şans eseri o gün 20 Temmuzdu” dedi gülümseyerek. “Tohni’de artık evim yok, ne de K/T komşularım”. Suat bazı K/R köylülerin de 1974’te köyden ayrılmalarından dolayı kötü hissettiğini söyledi.
Yanımda bulunan K/T gazeteci, Kıbrıs sorununa çözüm isteyip istemediğini sordu. “Ben herkesten çok istiyorum. Böyle olayların bir daha yaşanmaması için. Ama ne yazık ki olmuyor. Olacağı da görülmüyor”. Pek çoğu ona Kıbrıslı Rumlarla neden çözüm istediğini soruyorlar. Suat onlara, “eğer birisi öldürdüyse, bundan hepsi sorumlu değil” diye cevap veriyor. “Bunu birisi yaptı, neden herkesi kötü olarak göreyim” diyor.
Sizinle otobüste onlan K/R görseydin, yaptıklarını yapsalardı onlara ne diyecektin? Sorusuna, “Hiçbir K/R için nefret duymuyorum. Ama bu nefreti yapanlar için öfkem hiç dinmedi ve dinmeyecek. Onları bilmiyorum, belki de hiç tanımayacağım. Ama birisi bana onları gösterse, belki de boğazlarını sıkarım, bilmiyorum”.
Uzun yıllar, geceleri uyanarak bağırıyordu. Her zaman aynı rüyayı, aynı görüntüleri, aynı yeri görüyordu. Her yıl, 14 Ağustos’ta kendini kötü hisseder ve başında bir kaşıntı duyar.
Suat Kafadar, 1975’te evlendi ve iki oğlan ve bir kız sahibi oldu. Onları, inşaatlarda çalışarak, boyacılık ve daha başka el işi yaparak büyüttü. Herkese devlette iş buldular, ama kendisine hayır. Kendisi ne savaş yaralısı ne de savaş kahramanıydı. Yaşadıkları ve sahip olduğu üç çocuk için yardım alabilmesi için 15 yıl bekledi.

Yorumlar (0)
banner6